İşçiler, sendikalar, kıdem tazminatı…

İşçiler, sendikalar, kıdem tazminatı…

Fikret Başkaya yazdı…

Kapitalizm 1910’lu yılların başında ‘yapısal krize’ girdi. Krizden lakin iki emperyalist savaş sonrasında çıkabildi. “Otuz yıl savaşlarının” gerisinde bitmiş çoğalma dönemine girdi. Fiilen işlem: Kriz-savaş-yeniden yapılanma biçiminde tezahür etti. bu vesileyle kapitalizmin tarihinin en büyük krizlerinden biri, “Büyük Depresyon” (1929-1932) da yaşandı. İkinci emperyalist savaşın gerisinde sistem, takriben 30 yıl sürecek istikrarlı bir genişleme dönemine girdi. Bu durum bir kaç bakımdan bir farklılık demeye geliyordu. Zira, söz konusu 30 sene kapitalizmin tarihinde en istikrarlı ve en yüksek büyüme dönemiydi. İkincisi, sanayi kapitalizminin tarih sahnesine çıktığı dönemden beri ilk kere sınıfsal kuvvet dengeleri görece sömürülen sınıflar, ezilen halklar lehine dönmüştü. Faşizmin yenilgisi temelinde emekçi sınıfları moral menfaat kazanmışlardı, dolayısıyla pazarlık güçleri artmıştı. Sendikalar işçi sınıfının en geniş kesimlerini çatıları altına toplayarak, önemli bir zor haline gelmişlerdi. Sömürge halkları sömürgecilik statüsüne baş kaldırıyor, yaklaşık 500 yıl boyunca uzakta tutuldukları sofraya dahil elde etmek, kendi kaderlerine sahip çıkmak istiyorlardı. Kolonyalist status quo’ya baş kardırıyorlardı. ‘Üçüncüsü, Sovyetler Birliği savaştan prestijini ve gücünü artırarak çıkmıştı. İşte bu üç faktörün diyalektiği, emperyalizmi ‘uyumlanmaya’, tavizler vermeye zorlamıştı…

 Savaş sonrasında verimlilik artışına paralel olarak hakiki ücretler yükseldi, sosyal hizmetler ve korumalar genişledi, aynı şekilde ulus hizmetleri alanı da genişledi. Egzersiz koşulları iyileşti, meslek güvenliği ciddiye alınır oldu. Toplu sözleşmeler kural haline geldi… Sermayeden alınan vergiler artırıldı. Fransız iktisatçıları bu döneme “şanlı otuz sene” diyeceklerdi… Böyle bir durumun ortaya çıkması, kapitalizm kapsamında “işlerin yoluna gireceği”, umudunu ve beklentisini, daha açık konuşmak gerekirse yanılsamasını da büyütmüştü…

 Lâkin balayı uzun sürmeyecekti, zira kapitalizm kriz üretmeden yol alamazdı ve 1974-75 den itibaren sistem bitmiş “yapı krize” girdi. Kriz yapısal mahiyetteydi, kapitalizme içkindi gel gör ki, güya dışsal bir faktörün sonucuymuş gibi, işte “petrol krizi”, olarak sunuldu ve bu yalana inananların sayısı eksik değildi… Anapara ‘neoliberalizm’ denileni dayatmak üzere saldırıya geçti. Işçi sınıflarını ve ezilen halkları bulundukları mevzilerin gerisine püskürtmeyi amaçlayan politikalar-uygulamalar-düzenlemeler dayatıldı. Artık geride kalan dönemin bütün kazanımları saldırının hedefindeydi. İşe, sermayeden alının vergiler düşürülerek başlandı, sermayenin (özelikle de finans sermayesinin) hareketini kısıtlayan tüm engeller ortadan kaldırıldı, sendikalara saldırıya geçildi, hakiki ücretler aşındırıldı, sömürgeci merkezlerdeki sanayi işletmeleri ‘ucuz işçi cenneti’ denilen Üçüncü Dünya Ülkelerine kaydırıldı fakat, buna delokalizasyon dendi. Bunun bir versiyonu da parçalamaydı… Bir malın parçaları farklı ülkelerde üretiliyor, merkezde montaja ast tutuluyordu, buna da segmantasyon dediler… Şüphesiz kaydırmanın yegane amacı ucuz işgücünü uygulamak değildi, Üçüncü Dünya Ülkelerinde doğal kaynakların korunmasına dair bir mevzuat bile yoktu, çevre duyarlılığı hemen şimdi oluşmuş değildi. Doğa yağması sorun edilmiyordu… dahası laf konusu ülkelerde sermayeden alınan vergiler çok düşüktü. İşte kaydırma gerekçeleri bunlardı ve kaydırmayla bütün ülkelerin işçileri birbirlerinin “rakibi” haline getirilmişti. Zira bir ülkede işçiler örgütlenip ücreti yükseltme talebinde bulunduklarında, anapara pılıyı-pırtıyı toplayıp başka ülkeye göç etme şantajı yapıyordu.

Neoliberal saldırının önemli bir ayağını da özelleştirmeler oluşturuyordu ve geride kalan dönemde özelleştirilmemiş, sermayeye peşkeş çekilmemiş hiç bir şey bırakılmadı. çok eskiden parasız sağlanan afiyet, eğitim, halk hizmetleri sosyal güvenlik, vb. özelleştirildi. Bundan Böyle parası olanın faydalanabildiği hizmetler haline getirildi… Velhasıl apaçık millet hizmeti diye o kadar bir şey kalmadı… Bu, paralılaşmanın, metalaşmanın, şeyleşmenin, çürümenin ‘son aşamasıydı’…

Neoliberal saldırıya ilerleyen dönemde ‘küreselleşme” dendi. Doğrusu yayılımcılık dememek için edeb-i kelâm yoluna gidilmişti…

Lâkin, aradan geçen 42 yıl daha sonra kapitalizm “yapısal krizden” çıkabilmiş yok ve artık çıkma ihtimali de yok… Duvara dayanmış bulunuyor!

Türkiye neoliberal gericiliğin ilk laboratuvarlarından biri oldu. 24 Ocak- 12 Eylül 1980 sonrasında Türkiye iç ve dış sömürüye, yağma ve talana sonuna kadar açıldı. “Yerli ve tanıdık olmayan” sermaye için “gül bahçesine” dönüştürüldü… Sermaye için iyi olan cümbür cemaat için iyidir safsatası kafalara sokuldu. Bu süre kapsamında sendikalar hiç bir varlık gösteremedi. Hiç bir kritik dönemeçte sürekli bir hitabe ve direniş ortaya koyamadı. Bu her tarafta birazcık böyleydi. Fiilen sendikalar uyum içi örgütlerdir, sömürü düzeninin bileşenidirler. Varlıklarını sömürü düzeninin varlığına borçlu olan bir cins “denetim örgütleridir”… Marx, ” Sendikalar, işçileri bir örgüt çatısı aşağıda bir araya getirerek kayda değer bir meslek yapıyorlar ancak mücadeleyi kapitalist sistem zarfında yürütmeye kalktıklarında davayı daha bitmiş kaybediyorlar” demişti. Marx, kapitalist sistemi aşma perspektifi olmadan, sistem zarfında daimi kazanımlar elde edilemeyeceğini, mücadelenin bir ücretli kölelik düzeni olan kapitalizmi aşma perspektifine endeksli olması gerektiğini, sonuçları değil sebepleri kasıt elde etmek gerektiğini söylüyordu. Maalesef onun bu öngörüsü geride kalan dönemde tekrar tekrar doğrulanacaktı… Proletaryanın kurtuluşu ancak onun “öz-hareketinin” eseri olabilir, bürokratik yozlaşmayla malûl sistem içi örgütlerin değil…

SENDİKALAR KİMİN SENDİKASI?

Bizde, DİSK, KESK ve bir kaç ufak sendika dıştan, sendikalar devletin ve sermayenin örgütleridir. Başka türlü söylersek, mülk sahibi sınıfların safındadırlar… Fiilen isimlerinin değiştirilmesi gerekiyor… Örneğin Türkiye’nin en büyük emekçi sendikaları konfederasyonu olan TÜRK-IŞ, Türkiye’deki komprador rejimin üzerinde durduğu üç direkten biridir. Öteki ikisi: Genel Kurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. TÜRK-MESLEK’in adının da “İşçileri Hizaya Getirme Başkanlığı” olarak değiştirilmesi hiç de fena olmazdı… Işçi sınıfı eğer mücadele ediyorsa “emekçi sınıfıdır”. Mücadele etmediği zaman amorf bir yığındır… Son yapılan tüzük referandumunda en çok işçi yoğunluğu olan iki kentte, Kocaeli’nde %56,7 ve Bursa’da da %53,21 oranında evet oyu çıkmış. Bu durum işçi kesiminin durumu hakkında bir zihin veriyor. Fakat, evet’in gerisinde kıdem tazminatının gündeme geleceğini sağır sultan bile duymuştu fakat demek ki, evetçi işçilerin pek haberi olmamış… Devletin işi topluma kapan kurmaktan ibarettir. Tuzak kurmada tekrar tekrar burnundan kıl aldırmayan “konunun uzmanları” devreye girer. Uzman ağacı görebilen ancak ormanı görmeyen olduğu için, realitenin bütününden haberdar değildir. Bu ‘özelliğinden ötürü egemenlik sistemi için fazla kullanışlıdır… Adına yaraşır bir işçi örgütünün, bir sendikanın işinin o tuzakları deşifre etmek ve gereğini yapmak olması gerekmiyor mu? Tabii kent soylu devletin ve sermayenin safındaki örgütlerin o tarakta bezi olması mümkün değildir. Aslında bürokratik yozlaşmaya uğramış bütün örgütleri rahatlıkla devletin ve mal sahibi sınıfların safında, velhasıl “karşısında tarafta” saymak gerekiyor. Bunlar zaruri olarak gericidirler… Nitekim, Rosa Luxemburg, “Bürokrasinin olduğu yerde her türlü canlı hayat değil olur” demişti.

Işçi statüsüne sahip olanlar, her çalıştıkları yıl için bir aylık ücrete eşdeğer ikramiye alıyorlar veya teorik olarak böylece bir hakları var. Aynı memurların emekli olduklarında aldıkları ikramiye gibi. İşçilerin böyle bir haktan faydalanması çağırmak, bir bakıma her yıl 13 aidat ödenmesi gibi bir şey lakin ödeme işten ayrılma durumunda ve/veya emekli olunduğunda yapılıyor. Şimdilerde sermaye sınıfı 13üncü ücrete göz dikmiş görünüyor. Bunun için de defalarca olduğu gibi bir dizi manipülasyona ve yalana baş vuruyorlar… Gerçekte bilinçli, gerçekten örgütlü, mücadelede kararlı bir emekçi sınıfı olsaydı, sermeye sahipleri böyle bir şeye tevessül edebilirler miydi? Mesele çok basit ve hesap besbelli denecektir…

1. Değeri sadece ve sadece canlı emek, yani eti-kemiği olan işçiler, emekçiler üretir;

2. Makina bedel üretmez, robot bedel üretmez. Makina- robot daha önceki dönemde harcanmış canlı emek göre üretilen, makinalarda mündemiç olan “birikmiş değeri” yeni ürüne aktarırlar… Daha fazla ve daha süratli üretmeye yararlar sadece…

3. Zenginler ücret vermez zira aidat tüketimden kısmaktır ve zenginlerin tüketimlerini kısması diye bir şey söz konusu bile değildir.

Siz hiç ücret verdiği için daha az peynir, daha az ekmek, daha az yoğurt, daha eksik kitap satın alan varlıklı gördünüz mü? Kaldı ama, şu ücret verme meselesi bir muhasebe operasyonundan ibarettir. Ödenti diye verdikleri emekçilerden çalınandır, pozitif-değerin sadece çok minik kısmıdır. Bütün tersi doğrudur: Zenginler, zengin sınıflar aidat vermezler ama emekçilerin, mütevazı insanların verdiklerini, bütçeleri yağmalarlar… Emekçiler aidat verirler, dolayısıyla ödedikleri vergi dek tüketimlerini kısarlar…

Lâkin, sermaye sınıfı yalnızca 13’üncü aya göz dikmiş değil. Birikmiş olan kaynağı bir fona aktararak, onu da kullanmak, talan etmek istiyor… Yine De koşul bundan ibarettir fakat ister “konunun uzmanları” olsun, isterse “her konunun uzmanları” olsun, kıdem tazminatı uygulamasına son verilmesinin, biriken kaynağın da fona aktarılmasının ne denli gerekli, ne kadar hayatî ve vazgeçilmez, olduğunu bıkmadan, usanmadan “sayın seyircilere” anlatmaya devam edeceklerdir… İşte uzman, böyle durumlar içindir NETEKİM!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

maltepe escort,ataşehir escort,idealtepe escort,anadolu yakası escort,kadıköy escort,bostancı escort,pendik escort,ataşehir escort,göztepe escort,pendik escort,kartal escort,bostancı escort,erenköy escort,maltepe escort,pendik escort,bostancı escort,ümraniye escort,şerifali escort,kartal escort,maltepe escort,tuzla escort,pendik escort,anadolu yakası escort,acıbadem escort,ümraniye escort,escort bayan,maltepe escort,ümraniye escort,ataşehir escort,kadıköy eskort,pendik eskort,ataşehir escort,ümraniye escort,kadıköy escort,escort bayan,maltepe escort,sex hikaye,yeni seks hikaye,gerçek sex hikaye,sex hikaye,seks hikayeleri,sex hikayesi,gerçek sex hikayeleri